Bugün sizlere gittikçe kesifleşen, ağırlaşan adeta yakıp kavuran “sıcak gündem” üzerinden yani kudurmuş siyonizmin yeni savaş metotlarından ve stratejilerinden kısaca bahsedip bu durumun İLAHİ FARKINDALIK penceresinden nasıl görüldüğünü anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle “siyonizm” sapkınlığının ne olup ne olmadığını ana esasları üzerinden çok kısa ifade etmek isterim. Bu konuda bu ülkenin münevver ve gerçek aydınlarınca çok uzun zamandır çalışmalar yapılmakta, kitaplar yazılmakta, her platformda bu akıl dışı, insanlık dışı sapkınlık anlatılmaktadır. Biz de FARKEDER derneğimizin misyonu gereği bu konuda oldukça çok yazı yazılar yazıp seminerler ve konferanslarla bir FARKINDALIK sağlamaya çalıştık. Ama bu kadar gayret ve çabalara rağmen yine siyonizmin içimize tüm hücrelerimize kadar sızmış ve sinmiş elamanlarının etkin tesiri ile çok fazla bir farkındalık geliştirilememiştir.
Bilinmelidir ki, siyonizm bir din değildir. Yani Yahudilik siyonizm değildir. Siyonizm esasında insanlık dışı ütopyalar ve kanlı hayaller üzerine kurulmuş radikal bir İsrail milliyetçiliğidir. İnsanlık tarihi kadar eski bir süreç olan İsrailoğullarının dünya planındaki serüvenleri Kuran-ı Kerim başta olmak üzere tüm kutsal kitaplarda benzer trajedilerle anlatılırken bu kavmin bozgunculuğundan ve sapkınlıklarından söz edilir. Kuran-ı Kerim’de İsrailoğulları ile ilgili 21 ayet vardır ve bu ayetlerin tamamında İsrailoğullarına hatırlatmalar, uyarılar yapılırken sihir-büyü ile ilgilenmeleri, kibre ve azgınlığa kapılıp diğer insanlara zulmetmeleri, dünyada fitne çıkararak kan dökmelerinden dolayı lanetlendikleri belirtilir.
Daha önceki yazılarımızda siyonizmin asıl gayesinin arz-ı mevut yani vadedilmiş topraklardır. Ölümüne adandıkları, içinde bizim cennet vatanımızın da bir bölgesi bulunan toprakları ele geçirmek için ham hayale kapılıp tarihleri boyunca sürdürdükleri ve sürdürecekleri hiçbir insani erdeme kurala uymadan, BM dahil uluslararası organizasyonları ve hukuku hiçe sayarak pervasızca yürüttükleri kanlı operasyonlar son zamanlarda çok başka bir hale dönüştü.
Çoğumuzun bildiği gibi arkalarında asıl siyonist yapı olan “ABŞ”yi (Amerika Birleşik Şirketlerini) alan bu zulmani yapı, uyuyan ümmeti uyandırmadan düzenledikleri kusursuz suikastlarla kanlı ve vahşi operasyonlarına pervasızca devam etmektedir. Bu operasyonlar son zamanlarda farklı ve ilginç bir hale evrildi. Hizbullah mensuplarının kullandıkları çağrı cihazlarını patlatarak bir anda yüzlerce insanı sakat bırakıp öldüren bir sürecin ardından son olarak Hizbullah liderlerinden Hasan Nasrallah’ı katletmeleri, düşünebilen insanlar için bu şeytani ve zulmani yapının bir devlet olmayıp kanlı bir terör örgütü olduğunu gösteriyor. Ne yazık ki 21. yüzyılın güya modern, çağdaş, demokrat, dünyasında yıllardır süren bu zulüm görmezden gelinmekte ve bu terör örgütünün lideri, BM salonunda bütün dünyaya parmak sallayarak yaptıkları ile övünüp daha beterini yapacaklarını haykırabilmektedir.
Bu konuyu çok fazla uzatmadan, İLAHİ FARKINDALIK açısından bu vahim hâli nasıl değerlendirdiğimizi anlatmak isterim. Öncelikle zulmanilerin rehberi şeytan ve şeytaniler olduğunu hatırlatmak isterim. Birincisi; şeytan ve şeytaniler yıllar öncesinden beri teknik, tekno-ideolojik çalışmalarla kendilerine düşman bildikleri tüm örgütlerin ve devletlerin kullandığı birçok aracın tedarik aşamalarına sızmış ve gerek bomba gerek takip gerekse dinleme sistemleri yerleştirerek sinsice her yere sızmışlar. İkincisi özellikle kendilerine baş düşman ilan ettikleri İran gibi devletlerin üst düzeyindeki insanları satın alarak olağanüstü bir yapılanma gerçekleştirmişler. Uyuyan ümmet ve onların korkak liderleri uyumaya devam ederken; Hizbullah örgütünün lider kadrosu neredeyse tamamen etkisizleştirilmiş, savaş zavallı Lübnan’a da taşınmış, nereye ve kimlere sirayet edeceği ayan beyan belli olmuş, ilan edilmiştir. Bu durum zaten ilgili herkesin bildiği ve yutkunmakla yetindiği bir husus. Ben üçüncü olarak burada çok başka bir konudan bahsetmek istiyorum. Bu da siyonistlerin METAFİZİK FAALİYETLERİ. Yukarıda saydığım ve herkesin bildiği hususların çok ötesinde zulmanilerin çok yi bildikleri ve Kuran-ı Kerim’de Bakara suresi 102. ayette de ifade edildiği gibi:
Süleyman’ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil’de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekden, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah’ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!
Sonradan kendi alimlerince “Kabala” olarak geliştirilen metafizik boyutları ve lanetli frekansları çok mahirce kullanmaktalar. Biliyorum birileri yine “komplo teorisi” veya daha başka şeyler söyleyecekler ama bu bir hakikat. Hem de şeytani zulmanilerin en güçlü ve tek silahları. Diğer konvansiyonel silahları, bombaları bu silahlarını kullanarak devreye alıp kullanıyorlar. Bu hakikati görmek için haritaya, rakamlara kısaca bir göz atmak yeterli.
Değerli dostlarım, bu karanlık ve acıtan tabloyu gördükten sonra aklımıza peki ama biz ne yapalım? Sorusu gelmişse ne mutlu. Demek ki uyanıyoruz. Zira insanlar uyanıkken, ayıkken soru sorarlar.
- Arz-ı mevut haritasının bir kısmının bizim ülkemizin bir bölümünü de kapsadığını unutmayacağız.
- Biz de eğitim sistemimizi yeniden çağdaş ve akılcı normlar üzerine tesis edip, müfredata özellikle “Bilinçaltı yasalarını” gözeten ve bizim tüm değerlerimizle bütünleştirici rasyonel bir sistem oluşturacağız.
- Bilimsel yöntemlerle teknik ve teknolojik tüm sistemlerimizi kendimiz geliştireceğiz. Özellikle güvenliğimizi ilgilendiren tüm alanlarda millî yazılımımızı kendimiz gerçekleştireceğiz. (Bu konuda çok güzel gelişmeler olduğunu biliyor ve iftihar ediyorum.)
- 1994 yılında ürettiğimiz ASELSAN 1919 telefonumuzu son teknoloji ile yeniden üretip, kendi telefonlarımızı kullanmalıyız.
- Sadece savunma ve korunma amaçlı değil, icabında ülke olarak saldırı anlamında da duyarlı ve donanımlı olmalıyız.